Sakallı birisi miydi onu diyen? “Ya sosyalizm ya barbarlık” diye hani… Sosyalizmi bilmem ama sol galip gelmezse dünyanın muhtemel geleceğinde barbarlık hiç de fena bir “ikinci eniyi” olmaz gelecek nesiller için. Zira muhtemelen sağ düşüncenin nihai bir zaferinin sonucu insan yapımı bir erken kıyamet olacaktır.
İyi ama “sol” nedir? Sadece sosyalizm değil ise yani…
Tarifi zor; çünkü pek çok ideolojinin tersine hiç değilse yarı sabit diyebileceğimiz bir tanımı yok. Görece bir şey çünkü… Büyük ölçüde öyle en azından…
Sağ sol kavramının doğuşunu Büyük Fransız Devrimi günlerine bağlarlar. Devrim sonrası ilk mecliste sağ tarafta kralcılar, sol tarafta devrim yanlıları otururmuş. O yüzden değişim isteyenlere solcu, eski rejimi savunanlara, işlerin olduğu gibi kalmasını, hâttâ mümkünse daha eski bir düzene dönülmesini savunanlara sağcı denmiş.
Elbette dünün yeni rejimi yarının eski düzeni olmuş zaman içinde. O dünün solcuları, devrimcileri bugünden bakıldığında bize sağcı görünür. Yani bir zaman makinesiyle günümüze gelseler bayağı sağcının sağcısı kalırlar bugünün dünyasında.
İşte bu nedenle sol da sağ da bir bakıma zamana zemine göre değişen kavramlar, görece kavramlar… Her dönemin değişim ve ilerleme isteyenleri solcu, “bırakın böyle kalsın, daha iyisi dündü ne güzeldi, ona dönsek ya” diyenleri sağcı sayılır.
Sağcılığın bu tanımını deli saçması gibi görecek -özellikle gençlerden- çok kişi vardır. “Kim ister ki geleceğe yönelmek yerine aynı yerde çakılıp kalmayı? Hem böyle bir şeyin mümkün olmadığını bilmezler mi?” diye soracak çoktur.
Fakat insanların belirsiz bir geleceğe karşı garanti bir şimdiyi ne kadar çok tercih edeceklerini pek çoğumuz yeterince kavrayamayız. Bu eğilim üstelik yaşlandıkça da artar.
Hele insan türünün zaman geçtikçe eskiyi olduğundan daha iyi hatırlama huyu ile malul olduğu da çoğu kez çabuk unutulur. “Nostalji” denen şeye ne kadar meftun olduğumuzu bir hatırlasak yeter.
Üstelik sağın sadece muhafazakar olduğu ya da eski usul gerici olduğu nispeten daha zararsız çağlar geride kaldı. Şimdi (karşı) devrimci, güya değişim ve yeni bir düzen isteyen aşırı sağ var. Naziler ve faşistler öyle değil miydi? Özünde gerici ama görünüşte “devrimci”…
Ya süper değişimci neoliberal gericiliğe ne buyurursunuz?
Özetle işler eskisine nazaran biraz daha karışık.
Bırakınız bunları, hâttâ solun bile biraz geçmişe özlem duyan varyantları vardır. Sonuçta bilmediğimiz bir geleceği zihnimizde inşa ederken eski yıkıntılardan ne kadar çok tuğla kullandığımızın farkında olmayız çokluk…
Peki ama sol dediğimiz şey tümüyle belirsiz bir geleceğe özlem midir? Hiç de değil! Öyle olsa 1980’lerin karanlık bilim kurgu distopyalarına da mı özlem duyulacak yani? Orwellci 1984’lere de mi? Elbette hayır?
O zaman sol dediğimizde belirli bir tür geleceği özlüyoruz demek ki!
İnsanın insanı ezmediği, daha barışçı, kendi kaderini daha özgürce seçebildiği; bilimin ve sanatın insanlığın tümü, özellikle de zayıflar lehine kullanıldığı… İnsan aklının dogmaların esaretinden daha çok serbest kalabildiği bir geleceği özlemenin adıdır sol.
Dünya, en azından insan dünyası, doğal dünya gibi değildir.
Bizim tekil bilinçli tercihlerimizin ağırlıklı ortalamasıyla her gün yeniden kurulur toplumlar.
Geleceğin ne olacağı bize bağlıdır. Belirlenmiş bir kader, determinist bir gidişat, kaçınılmaz bir gelecek yoktur.
O yüzdendir ki bizler ve gelecek nesiller, geleceği sol özlemler doğrultusunda kuramazsak kurulacak düzen insan zekasıyla birleşmiş hayvani yıkıcılığın bir bileşimi olacaktır. O da eşittir 1000 atom bombası gücünde yıkıcılık…
İşte o yüzden “ya sol gelecek ya kıyamet” diyorum.
Haydi dünyayı değiştirmeye başlayalım. Ve fakat unutmayalım ki bunun ilk adımı kendimizi değiştirmekten başlıyor.
Ne aksilik, o da fena halde sıkıcı ve pek günlük bir faaliyettir doğrusu…